Şangay’da Bir Gün

İlk yazıda Çin hakkında genel konuları yazmıştım.  Çin’deki bazı yerlere Şangay’dan gidip geldiğim için arada derede Şangay’ı biraz gezecek zamanım da oldu.

Şangay’da Bir Gece
Bir gece barların bol olduğu Şin-ten-di (Xintiandi) denen mahalleye gittik.  Burası da Şangay’ın gerisi gibi dümdüz edilip gökdelenlerle donatılacakken Hong Kong’lu zengin bir abi gelmiş, bütün mahalleyi satın almış ve Şangay’a özel bir 20. yy kolonyal-çin mimarisine sahip (Şikumen denen) dev kapılı taş evleri restore etmiş.

Xiantiandi

Şikumenlerin En Güzellerinden Birisi

Daha sonra restore ettiği evleri bar ve restoranlara kiralamış.  Daha çok avrupalı zincirler buraları alıp bizim İstanbul’daki Fransız (Cezayir) Sokağı’nı andıran yapaylıkta bir mahalle yaratmışlar.  Bir alman birahanesi yanında bir fransız kafesi, onun da yanında bir irlanda pub’ı var mesela.  Şintendi’yi karaktersiz de bulsam burun kıvırdığım ve beğenmediğim zannedilmesin.  Burası da olmasa Şangay’da geçmişi hatırlatan çok az yer var.

Xiantiandi

Bu Resim Gayet Profesyonel Olan Tanıtım Websitesinden

Biz de bu barlardan birisine girip biralarımızı ısmarladık.  Bu sefer hep içtiğimiz Tsing Tao (Çingtao) yerine Harbin birası vardı.  Ben Çingtao’dan daha çok beğendim.  Barın içerisi çoğu ortayaşını geçmiş beyazlar tarafından doldurulmuştu.  (Aslında barla sınırlamak yanlış olur Şintendi’nin tamamı beyaz erkeklerle dolu.) Bazı erkeklerin yanlarında sevgilileri olduğunu zannetmediğim çinli hanımlar da vardı.  Bunların arasında son zamanlarda ortaya çıkan Şangay yuppielerinden (bu kelime kaldı mı?) ilginç tipler de görmek mümkündü.

Birazdan bir canlı rock grubu çıktı.  Endonezyalı bir grupmuş.  İki kız solist, bir çıkma Santana solo gitarist, bir gözlüklü inek tipli klavyeci bir de azalan saçlarını sağdan sola taramış bir basçı vardı.  Barda herhalde birbuçuk saat kaldık, çaldıkları bütün şarkılar tanıdıktı.  Ne kadar gençliğimizin meşhur Bon Jovi, REM, AC/DC, Iron Maiden, Def Leppard, Red Hot Chilli Peppers hatta Metallica şarkısı varsa çaldılar.  Kendimi 2007’de Çin’de değil de 1997’de Ortaköy’deymiş gibi hissettim.

Bund ve Fransız Mahallesi
Şangay bana Çin gibi gelmedi demiştim galiba. Tamam etrafta çince yazılar var, iddialara göre Şangay’da çalışan 100.000 yabancı da olsa çoğunluk çinli; ama şehir aynen özelliksiz bir ortabatı amerikan şehrine benziyor.  Heryerde gökdelenler, dev yollar, üst geçitlerin üstünden geçen üst geçitler ve onların da üstünden geçen başka üstgeçitler…

Şehrin aslında tarihi önemi olan bir yer de olduğunu hissettiren çok az kısmı var.  Bunlardan birisi “Bund” denen nehir kenarı.  Şangay limanı eskiden buradaymış.  Huangpu Nehri boyunca zamanının emperyalist ülkeleri Çin’i sömürdükleri zamanlarda kullandıkları güzel taştan binalar yapmışlar.  Bu binalar eski bankalar, yazıhaneler, oteller, klüpler, restoranlar vesaire…  Hepsinin üzerinde ingilizce ne olduklarını, kimin tarafından ne zaman yapıldıklarını hatta ne cins mimari olduğunu anlatan pirinç plakalar takılmış.  Gece bu binaları çok güzel ışıklandırıyorlar.

Aslında bu Bund çok güzel kolonyal mimarili turistik bir yer olabilecekken inşaat delisi çinliler eski binalarla nehrin arasına bilmemkaç şeritli bir yol yapmışlar.  Yolu alttan geçmek zorundasınız zira otoyol gibi birşey.  Nehir tarafında kazıklar üzerine yapılan promenad üstünde birkaç kazık kafe/restoran var.  Bir tane salsa çalan bar vardı, enteresan geldi.  Belki çinliler salsayı da kopyalamışlardır.

Bund

Solda Binalar, Ortada Otoyol, Sağda Promenad

Nehrin daha küçük ikinci nehirle (Suzhou) birleştiği yerde de eskiden çinlilerin girmesi yasak olan ingilizlerin parkı var.  Parkın kapısında Hindistan’dan ithal dev sih askerler nöbet tutup çinlileri sokmazlarmış.  Bir çinli ancak bir ingilizin uşağıysa girebilirmiş.  Bir iddiaya göre bu parkın girişinde “Köpekler ve çinliler giremez” yazarmış.  Bir süre sonra ingilizler lütfedip iyi giyimli çinlileri izinle parka sokmaya başlamışlar!  Bu parkın Suzhou nehri tarafındaki karşı yakası ise Japon bölgesi imiş ama oraya gidemedim.

Pearl Tower, İnci Kulesi, TV Tower

Geceleyin Bund Manzarası

Bund’a gece giderseniz yukarıdaki inanılmaz manzarayı izleyebilirsiniz.  Kulenin ismi Pearl Tower, aslında TV kulesi ve Şangay’ın sembolü.  Yanındaki binalardan bir tanesi de yakında dünyanın en yüksek binası olacak.  O zaman vizelerine dünyanın şimdiki en yüksek binasının resmini basan Tayvan’lılar düşünecekler!  Muhtemelen çinliler sırf bunun için en yüksek binayı yapmaya karar vermişlerdir; böyle bir sidik yarışı söz konusu.

Bund’a arkanızı dönüp Fountainhead kitabındaki Howard Roark karakterinin yapmış olabileceği otelin (Peace Hotel) yanından geçerek ana alışveriş caddesi olan Nanjing Lu’ya varırsınız.  Nanjing Lu Caddesi herhalde Çin’de en az Çin’e benzeyen yerdir.  Sırf bunun için görebilirsiniz.  Bir de meraklısıyısanız lüks alışveriş için.

Nanjing Lu’dan aynı zamanda park olan da kullanılan meydana (Renmin Park) kadar yürüdükten sonra sola dönerseniz bir süre sonra (bayağı bir süre sonra) Fransız mahallesine varacaksınız.  Bu güzargahta geceleyin çeşitli kadınların tacizine uğradım (“It’s cold tonight. Do you want drink tea and speak speak?”) uyarmadı demeyiniz.

Yeteri kadar yürürseniz varacağınız Fransız mahallesi (Old French Concession) Şangay’ın kalanına göre biraz daha değişik.  Burada ağaçlar arasında kalan tahta panjurları renkli boyalı binalar biraz daha küçük ve şirin, aralarda pastaneler ve fırınlar var.  Gezinmek için tavsiye ederim.  Vaktinde gidebilseydik buradaki Komünist Parti’nin ilk toplantı binasını gezmek istiyordum ama olmadı.

Şangay Çin Mahallesi
Ertesi sabah 1 saat kadar vaktimiz vardı, hemen kalkıp bir taksiyle eski şehre gittik.  (Taksiciler tek kelime ingilizce konuşmadıkları için otellerde gidilesi yerlerin isimleri ingilizce ve çince yazan kartlar veriyorlar.)  Eski şehir adeta amerikan ortabatı şehri Şangay’ın ortasında bir çin mahallesi!  11.yy’daki Şangay surları bu kısmın etrafındaymış.  Daha sonra sömürgeciler bu bölüme tenezzül etmeyince eski halinde kalabilmiş.

Taksiden iner inmez kendimizi New York, San Fransisco veya Chicago Çin mahallelerindeki gibi bir karambolün ortasında bulduk.  Seyyar satıcılar gerçekten de acayip ucuz fiyatlara sahte çanta, saat ve kalem satıyorlardı.

Old Town, Eski Şehir

Seyyar Satıcılar Tarafından Tacize Hazır Olun!

Lakin buraya gelmemizin sebebi alışveriş değil Yu-Yuan bahçesi idi.  Bahçe 1600’lerden beri değişmeden kalmış. Kavisli yolları, tepeleri ejderhalar ve zümrüdüanka kuşları ile süslenmiş seramikli kiremitlerle kaplanmış çatıları olan taş binaları, cins cins ağaçları ve içerinde süs balıkları yüzden havuzları, ufak basamaklı köprüleri ile bir Çin bahçesinden bekleyeceğiniz herşey var burada.  Aralardan görünen gökdelenleri görmemezlikten gelebilirseniz kendinizi Kubilay Han’ı ziyarete gelmiş Marko Polo zannedebilirsiniz.

Yu Yuan

Yu Yuan Bahçesi

Bahçenin çıkışında da yerleri tavanları, duvarları koyu cilalı ahşaptan yapılmış güzel ve meşhur bir çayhane var (Huşin Ting), burada çeşitli Çin çaylarını deneyebilirsiniz.  Yasemin çayı çok güzel hatta Çin’e gelince kesin alınması gereken bir şey ama diğer çaylardan pek birşey anlamadım.  Çayhane binasının hem içi hem de dışı çok güzel – sırf görmeye bile girebilirsiniz.  Giriniz.

Çay ile beraber pötibör büsküi niyetine yedikleri tatlımsı yiyeceklerden pek hazzetmedim. Yapışkan tatlı pirinç, fasulye ezmeli şekerlemeler vardı.  Çayhaneden (ve daha sonra havaalanından da biraz stok için) aldığım yasemin çayı defalarca demleniyor ve az da olsa soğuk suya da güzel bir koku katıyor, keşke daha fazla alsaydım diye hayıflanıyorum şimdi.  Türkiye’de bulunur mu?  Yasemin bulunduğuna göre çayı neden olmasın?  Tanıdığım Yasemin’lerin birisine sormam lazım.

Bubble Tea

O Alttaki Siyah Şeyler Tapyokadan Yapılma Toplar

Bir başka enteresan şey de pearl tea veya bubble tea dedikleri, kürelerin içinde yüzdüğü soğuk, sütlü ve şekerli içilen çay.  Bunu bu geleneksel çaycıda bulamazsınız ama Çin’de heryerde karşınıza çıkabilir.  Genellikle büyük PET bardaklarda kalın bir pipetle içiliyor.  Pipetin kalın olmasının sebebi her biri bir iri inci kadar olan pirinç makarnası gibi şeylerin içinden geçebilmesi.  Bir bardak büyük olduğundan ve içinde de kafi miktarda “inci” bulunduğundan aslında doyurucu bile olabilir.  Bir deneyin derim, beğendim ama ben biraz Asterix’teki zevksiz ingiliz lejyoneri gibi değişik şeyleri severim.

Bu tarihi Çin bahçesi içerisindeki tarihi Çin çayevinden çıkınca karşınıza hiç de tarihi ve çinli olmayan bir Starbucks dükkanı çıkacak.  O yetmezse sağa dönünce bir Kentucky Fried Chicken, sola dönünce de Haagen Dazs var.  Birileri bana Çin’in neden hala komünist sayıldığını izah ederse çok sevinirim.

Tarihi Yu Yuan Bahçelerinin dibinde Starbucks görünce neyse ki Sultanahmet Meydanı’nda yok diye içimden geçirdim.  Ama bu haftasonu İstanbul sokaklarında turist gezdirirken Divanyolu’nda bir Starbucks açıldığını görünce afalladım.  Öte yandan Starbucks’ın yanında (muhtemelen Çin’den ithal) don atlet satan dükkanlar da vardı o yüzden Starbucks’a kızamıyorum.

Divan Yolu (veya daha eski adıyla Mese) hem Bizans’ın hem Osmanlı’nın en önemli caddesiymiş.  Ruhani (Ayasofya ve Sultanahmet) ile dünyeviyi (Kapalıçarşı) bağlayan cadde.  Bizans zamanında yanları portikoluymuş.  Osmanlı zamanında Yeniçeri alayları oradan geçermiş.  Şimdi ise yolda 10 istanbulluyu çevirip sorun 8 tanesi nerede olduğunu bilmez.  İlkokullarda hayat bilgisi derslerinde çocuklara şehirleri, illeri veya bölgeleri hakkında bilgi verilmeli, insanın önce kendisini tanıması lazım.  Divanyolu üzerindeki tarih dünyada az caddede var ama biz bu caddede don satarsak tabii ki Starbucks da gelip dükkanını açar, hayıflanmanın manası yok…

Alışveriş
Alışveriş yapmaktan pek hoşlanan bir kişi değilim. Ama Çin’e gelince burada alışveriş yapmak da turistik bir deneyimdir diye uçağa giderken yolda bir alışveriş merkezine uğradık, daha doğrusu iş arkadaşımız Roy bizi gitmeye ikna etti.  Hongqiao Havaalanına 10 dakika mesafede Pearl City diye bir yerdi.  İçerisi her cins şeyi satan ufak ufak dükkanlardan oluşuyordu.  En çok bulunan şeyler tekstil ve elektronikti.  5-6 dolara dri-fit denilen ufak delikli koşu tişörtlerinden aldım.  Aynısı Akmerkez’de yazın 56 yetele idi.

Ayrıca cep telefonu işlerinden pek anlamam ama Türkiye’de 1000 yetele civarında olan Nokia bir telefonun Nokla isimli kopyası vardı.  Uyanık satıcı uzun süre Nokla olduğunu söylemedi tabii.  Kutusuna kadar herşey kopya olduğu için anlamak da zordu lakin kutuya biraz dikkatli bakınca neden o kadar ucuz olduğu anlaşıldı (500 yetele kadardı).

Nokla

Nokla

Niyet alışveriş ise Şangay’da bu bizim gittiğimize benzeyen çok alışveriş merkezi varmış.  Muhtemelen şehrin biraz daha dışında bu Pearl City’den daha büyük ve ucuzlar da vardır.  Ama Çin’e kadar gitmişken alışverişle zaman harcanması bana komik geliyor.  Havaalanında ellerinde koca koca Playstation kutuları taşıyan adamlar vardı.  Çin’i görünce (adam gibi gezememe rağmen) benim dünyam değişti ama bu amcalar onun yerine 100 dolar tasarruf ettiler.

Şangay’daki hayat hakkında okumak isteyenlere orada oturan bir amerikalının blogunu tavsiye edebilirim: Slums of Shaolin. Yapılacak şeyler, gezilecek yerler hakkında bilgiler ve kendisinin çektiği bir çok video var.  Sokak müzisyenlerinin vidyolarını tavsiye ederim.  Ama yazdığına göre sitesine Çin’den erişim zaman zaman sansürleniyor, Çin’e gitmeden okuyunuz!

İstanbul, 2008

3 Replies to “Şangay’da Bir Gün”

  1. Banu: Grubu ben de sevdim ya, nedense sevmemişim gibi yazmışım. Seha da ne kadar ukalasın falan dediydi. Gayet de eğlendim.

    Paris Hilton ve Tinkerbell’i (lütfen Fifi demeyelim ismi var) ıskalamışım. Aslında görsem harika olurdu. Şangay’a gitmişsin küçük (veya büyük) Amerika görmüşsün bir Paris Hilton eksikti!

    Ali: Haklısın, beni Tayvanlılar kandırmışlar anlaşılan. Ben de herifler pirincin etinden, sütünden, yününden yararlanıyor nasılsa diye inanmışım! Yazıyı düzeltiyorum!

  2. Bubble tea’nin icindeki o toplarin neden yapildigini ben de cok merak ediyordum yakin zamana kadar, fakat wikipedia’ya gore pirincten degil tapyoka diye bir bitkinin kokunden yapiliyorlarmis. Hatta su anda hupletmekteyim kendilerini:)

    sevgilerle.

  3. Bir-iki hafta arayla ayni barda bira icmisiz galiba.
    Muhtemelen koccaman salonlari olan pub kilikli yerden bahsediyorsun. Ben aslinda grubun hic fena olmadigini dusundum ve Cinlilerin taklit yeteneklerine bir kez daha hayran oldum.

    Elektronik alisverisi icin sehir icinde Huangpi Nanlu metro istasyonunun karsisinda bir pasaj var. Ben Turk misafirlerle orda bulundugumdan ve elektronik alisverisi beni hiic ilgilendirmediginden, bu pasajin karsisindaki Haagen Dazs’da onlari ilk gun 3, ikinci ve ucuncu gunler 2ser saat bekledim. Koca koca playstation kutulariyla ciktiklarindaki mutluluklarini, benim ise bezginligimi gormeliydin. Bu arada orada gecirdigim gunler boyunca maalesef sıkca Pizza Hut, Starbucks, Mc Donalds vs yemek zorunda (!) kaldigimizdan, (malum, turk insani sabah kahvaltisinda beyaz peynir, aksam yemeginde raki ister, bulamazsa Mc Donald’s a razi olur) babaannemin ben giderken “aaa, orasi komunist ulke, elektrik bile yokmus orda” dedigini hatirlayip kendi kendime cok eglendim. Bagdat caddesinden sonra m2 basina dusen en cok Starbucks’un Sangay’da oldugunu iddia ediyorum!

    Bu arada Yu Yuan Garden’daki o cayevinde Paris Hilton ve kucagindaki Fifi ile karsilastin mi? Tam seninle ayni zamanlarda ordaydi valla…

Yorum Yazınız / Leave a Reply