I Nostri Antenati (Atalarımız), Italo Calvino

Bu sefer üst üste gelen şanssızlıklar neticesinde okuma cemiyeti toplantımız ertelendi de ertelendi, Kasım’da yapacağımız toplantı Ocak’a kaldı. Nihayet uzayan toplantılar, son anda araya giren iş yemekleri, hastalıklar ve plansız seyahatler izin verdi de yılbaşının ertesindeki sakin bir günde buluştuk.

Buluştuğumuz lokanta mutena bir semtimizdeki pahalıca bir tay (thai) restoranı idi. Hem tatlı hem acı, bol soslu, karbonhidrat pınarı tay yemeklerini ne kadar sevdiğimi daha önce Bangkok yazımda anlatmıştım. Dolayısıyla keyfim yerindeydi.

İçeri girince lokantanın bir cuma akşamı saat 20:00 için çok boş olduğunu düşündüm ama henüz erken bu civarın halkı ispanyollar gibi yemeğe geç çıkarlar diye kendimi avuttum. İlerleyen saatlerde farkettim ki boş masalar dolacağına ilk geldiğimizde kapının önündeki içki içen birkaç kadının oturduğu masa da ufak ufak kalkıyor. Saat 21:30 gibi arkamıza bir masa daha geldi de cuma akşamını toplam 11 kişi ile kapattık.

Bu yemekte de mikro ölçekte şahit olduğumuz gibi yıllardır görülmemiş boyutlarda bir ekonomik krizin içinde tarihe tanıklık etmekteyiz. Kriz hakkında kitaplar ve doktora tezleri yazılmaya başlandı bile. Kriz haricinde veya bir bakış açısına göre kriz sayesinde başka bir tarihi olayı daha yaşadık: antipatik ve saldırgan Bush gitti, sempatik ve itidal sahibi Obama geldi. Bu değişim birtakım köşekadıları tarafından 21. yüzyılın gerçek başlangıcı olarak yorumlandı.

Atalarımız, Italo Calvino, YKY

Bu seferki Okuma Cemiyeti kitabımız olan Atalarımız, Italo Calvino tarafından dünyanın şaşırdığı başka bir zamanda, 1950’lerde yazılmış. Calvino bu kitapta derlediği üç uzun hikayesinin (İkiye Bölünen Vikont, Ağaca Tüneyen Baron ve Varolmayan Şövalye) sonuna yazdığı sonsözde kitaptaki üç hikayeyi nasıl yazdığını ve neden tek kitapta biraraya getirdiğini anlatırken hikayelerin geçmişteki Kuzey İtalya soylularının hakkında olmaları ve büyülü gerçekçilik diyebileceğimiz normal dışı olaylar barındırmaları dışında 1950’lerin zeitgeist‘ını (zamanın ruhunu?) da yansıttıklarını anlatıyor.

Calvino için o “modern” zamanlar – yani 1950’ler – hoşuna gitmeyen birçok şeyin bir arada olduğu, insanların ruhlarına egemen olan bir parçalanmışlık hissiyatının gölgesinde geçen günlerdi. Soğuk savaş, paldır küldür gelen modernleşme, tak tiki tak makinalaşmak; eksik, bölünmüş ve doğa ile uyumunu kaybetmiş insanlar üretmişti. Calvino’nun kötümserliğine bugün 21. yüzyıl dediğimiz zamandan baktığımızda, anne babalarımızın çocuklara bırakılmış sokaklarda, tel arabalarla ve tahta oyuncaklarla oynadığı yıllara mekanik ve yapay demek abzürd kaçıyor. Dolayısıyla bu kitabı temel doğru olarak bildiklerimizin sarsıldığı, paradigma kaydıran enteresan zamanları yaşadığımızı unutturmayacak gözlüklerle okumak faydalı olur.

İlk hikaye olan İkiye Bölünen Vikont‘ta (Türkler tarafından ateşlenen) bir top güllesi ile ortadan dik olarak ikiye bölünen ve (tahmin edilebilir sebeplerden dolayı) iyi özellikleri sol, kötü özellikleri ise sağ tarafında kalan bir vikont var. Calvino ne kadar insanın bölünmüşlüğünü anlatmak istediğini, iyi ve kötü hakkında yazmayı aklının ucundan bile geçirmediğini ve alegorik olmak niyetinin olmadığını söylese de hikayede iyi ile kötünün bir süre sonra birbirlerine dolanmaları Calvino gibi bir din karşıtından beklenecek şekilde mutlak iyi ve kötünün olmadığını gösteriyor.

İkinci hikaye Ağaca Tüneyen Baron, çocukken bir anlık kızgınlık sonucu ağaca çıkan ve inatla hayatı boyunca yere basmayan bir baron hakkında. Calvino burada insanlardan koparak da toplumun içinde kalıp insanlığa fayda sağlayabilen, kendisini disipline etmek ve sıradışılığını korumak suretiyle bütünlüğünü sağlayan bir karakter yaratarak zamanın devrimci/aydınlanmacı ruhunu anlatmış. Bu hikayede kadın kahraman Viola, İkiye Bölünen Vikont‘taki Pamela karakteri gibi erkek kahraman ile tezat oluşturarak onun daha net çizilmesini sağlayan bir çerçeve görevini görüyor.

Üç hikayenin en ünlüsü ve bence en güzeli olan Varolmayan Şövalye ise içi boş bir zırhın başından geçiyor olmasa klasik bir şövalye masalı: onurunu kurtama peşinde bir maceraperest bir soylu olan Agilulfo’nun maceralarının hikayesi. Zırhın içinde yaşadığı için varolmadığı dışarıdan belli olmayan Agilulfo irade ve bilinç dolu bir varolmayışı, zıttı olan seyisi Gurdulu ise bilinçsizliği temsil ediyor. Varolmayan Agilulfo bir mizantrop (merdümgiriz) olmak dışında varolan insanların yaşadıkları sarsıntı ve bunalımlara karşı bağışıklığı sayesinde Nietzsche’nin übermensch‘inin de numunelik bir örneği. Gurdulu ise Leman karakteri Deli Cevat‘ın ilham kaynağı olabilir.

Deli Cevat

Calvino’nun benim için bu üçlemedeki en büyük becerisi aynı anda derin bir ciddiyet ile zeki bir espri anlayışını birleştirmesi olmuş. Hem kitaplardaki karakterler ve sembolizmlerine kafa yorabilirsiniz hem de Calvino’nun yaratıcı zekasına ince esprilerine ve yerinde gözlemlerine hayran kalarak okuyup geçip gidebilirsiniz. Calvino tıpkı Maradona’nın ayağındaki topla eforsuzcasına tıkır tıkır oynaması gibi çok zor bir işi kolaymış gibi gösterecek maharette yapıyor.

Hikayelerdeki ana karakterler kadar yan karakterler de ilginç. İkiye Bölünen Vikont‘un emrinde çalışan Dr Trelawney’nin yaptığı acayip deneylerinin ve Pembe Panter serisinin Müfettiş Clouseau’sunu hatırlatan sakarlığının bir benzeri Ağaca Tüneyen Baron‘un Türk hayranı amcası Şövalye Avukat’ta ve Varolmayan Şövalye‘nin içtiği çorbayı bir süre sonra kendisi zannedip kasenin içine girmeye çalışan seyisi Gurdulu’da da var.

Müfettiş Clouseau

Dr. Trelawney veya Şövalye Avukat veya Gurdulu

Yukarıda bahsettiğim temalar dışında her hikayede savaş ve din karşıtı öğeler baskın durumda. Üç hikayede de dini bütün kötü adamlar kol geziyorlar. İlk hikayede protestan ahlakının temeltaşlarından kalvinistler Fransa’dan kaçarken bütün kitaplarını kaybettiklerinden dinlerini olması gerektiğinden daha katı bir şekilde yorumlarken bir taraftan da kıtlık zamanında karaborsacılık yapmaktan imtina etmiyorlar. İkincisinde hem neye inanacağını bilmese de sonuna dek inanmaya çalışan saf rahiple dalga geçiliyor, hem de Don Sulpicio isimli ihtirasları için ihtiyar adamlara işkence etmekten çekinmeyen örgütçü peder kendisinden olmayanları gammazlayarak kilise adına elimine etmeye çalışıyor. Son hikayede ise nedense Kutsal Gral Şövalyeleri olarak adlandırılmış bildiğimiz (Dan Brown’un) Tapınak Şövalyeleri inançları veya başka bir bakış açısıyla cennet yolundaki emelleri uğruna masum köylülere zulmediyorlar, yaptıkları kötülükleri de Gral’ın yaptırdığı bahanesine sığınıyorlar.

Okuma Cemiyeti’nde şimdiye kadar okuduğumuz kitaplar arasında belki de en iyisi olan Atalarımız‘ı şayet Türkçe Yapı Kredi Yayınları tercümesinden okuyacaksanız sizi uyarmak isterim: yanınızda bir öztürkçe bir de osmanlıca sözlük bulunsun! Üç hikayeyi üç ayrı çevirmen çevirmiş ama üçü de nasılsa acayip kelimeler kullanma konusunda çok mahirler. İlk hikayeden son hikayeye doğru giderken vaziyet nispeten düzelse de (yoksa ben mi alıştım?) çevirmenlerin kullandıkları yapay dil okumamı zorlaştırdı.

Veya burada bir amacımız da kamu hizmeti değil mi, en iyisi siz zahmet etmeyin, kitapta kullanılan ama normalde kullanılmayan kelimelerden bazılarını ben burada sokaktaki adamın anlayacağı anlamlarıyla yazayım:

  • Anıştırmak: (-i) Bir şeyi açıkça söylemeyip üstü kapalı anlatmak, dolaylı anlatmak, ima etmek, ihsas etmek.
  • Devindirmek: (-i) Devinmesine yol açmak. (Favori sözlük numaralarından birisi!)
  • Devinmek: (nsz) 1. Vücudu oynatmak veya kıpırdatmak, kımıldanmak, hareket etmek. 2. fiz. Bir cismin, bir noktaya göre, yeri veya durumu değişmek, hareket etmek.
  • Üçlem: (-i) Teslis, hristiyanlıktaki tanrı, oğul ve kutsal ruh üçlemesi.
  • Sağaltmak: (-i) Sağlığa kavuşturmak, iyileştirmek, iyi etmek, tedavi etmek.
  • Savaş sakatı: (-i) Gazi.
  • Bendem: (-i) TDK sözlükte, Ekşisözlükte ve internette bulamadım.
  • Kösnül: sf. 1. Kösnüyle ilgili, şehvani, şehevi, erotik. 2. Cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığı duygu ve coşkularla ilgili olan, erotik. 3. Özellikle cinsel isteği işleyen, şehvet uyandıran (resim, heykel), erotik.

Tercümanlar kendileri aralarında konuşurken “Savaş sakatı adam arkasındaki üçlem tablosunun anıştırdığı duyguları kafasından silmeye çalışarak karşısındaki kadının pürüzsüz teninin üstündeki parmaklarını tırmanır gibi devindiriyor, temasın yarattığı kösnül hislerin sonucunda kanında belli belirsiz bir devinim hissediyordu” gibi cümleler kuruyorlarsa diyecek birşeyim yok. Ama bu kelimeleri sadece tercümelerinde kullanıyorlarsa bize de yazık değil mi? (Not: Devinim kelimesini tercümanların favori kelimelerinden olduğu için iki kez kullandım.)

Tercüme hakkında beni rahatsız eden başka bir şey ise aynı kitabı İngilizce baskısından okuyan şanslı okur Hikmet ile bazı karakterlerin isimleri konusunda anlaşamayınca ortaya çıktı. Bizim kitaplarımızda nedense bazı karakter isimleri değiştirilmişti! Çevirmenler İtalyanca orijinal isimler yerine bunlarin Latince versiyonlarını bilmemizi uygun bulmuş olacaklar ki Hikmet’in İtalyanca orijinalindeki gibi Ottimo Massimo olarak bildiği köpeğin ismi bizim kitaplarımızda Optimus Maximus olmuştu! Öte yandan bizde Şarlman olarak bilinen Charlemagne’a İtalyanca Carlomagno denilmesi tercih edilmişti.

Sonuçta yediğimiz güzel yemeklerin ve her zamanki gibi eğlenceli sohbetin üstüne bu gibi ufak da olsa rahatsız edici şeylerle fazla uğraşmadık (YKY baskısındaki dizgi hatalarını saymıyorum) ve yemeklerimizi bitirirken bir sonraki kitabımızın Hikmet’in bir hikayesinin de olduğu Kara İstanbul isimli toplama hikayeler kitabı olmasına karar verdik.

Daha sonra her zamanki karmaşık sistemimizle adeta papa seçer gibi Kara İstanbul‘dan sonraki kitabımızı seçtik: Then We Came to the End (Ve İşimiz Bitti), yazarı Joshua Ferris.

Neden iki kitap seçtiniz diyecek olursanız, bir daha Atalarımız gibi tercüme problemli kitaplarla uğraşmamak için her toplantıda iki sonraki kitabı seçme kararı aldık ki en azından isteyen okurlar kitapların orijinallerini veya İngilizce tercümelerini alabilsinler.

Krizin ortasında Amazon’u ve DHL’yi zengin ediyoruz lakin entellektüel zevklerin en hesaplısı olan okumamızdan de ödün vermeyelim değil mi?

8 Replies to “I Nostri Antenati (Atalarımız), Italo Calvino”

  1. Hakikaten çok güzel bir derleme olmuş. İstanbul’a geldiğimde ileti kutunuzu aşındırıp o toplantılara zorla girmeye çalışacağım 🙂 Yaptığınız işi destekliyor, dünyanın sizin gibi insanların hatırı için döndüğünü söyledikten sonra; Çocuk Edebiyatı sınavında yazınızdan hunharca faydalanacağımı belirtmeden edemiyorum 🙂 İyi çalışmalar…

  2. Gökçe: Restoranın adı Banyan, beraber gidelim diycem ama turistsiniz, size empoze etmek olmaz!
    Ludmilla: Kitap şimdi yanımda değil ama Rekin Teksoy belki en az kızdığımdır 🙂
    Spell: Çevirmenler tarafından okunmak güzel ama stresli biraz yahu. Hadi İmge yabancı değil :))
    Sera: Eline geçerse ötekileri de tavsiye ederim. En çok beğendiğim Varolmayan Şövalye idi.
    Tülin Hn: Loire’a gitmedim, keşke gidebilsem. Yazınızı da merakla bekliyorum (zaten sitenizi takip ediyorum, Calvino yazınızı da okudum). Çocukları kıskandım. Bu arada favori yazarlarımdan Salman Rushdie’nin de bir çocuk kitabı var – oğluna yazmış. İlginizi çekebilir.

  3. Merhabalar,

    Bir iki hafta önce sitenizi açtım, Loire Gezisi öncesi hazırlıklarımı yaparken… Belki Hırvatistan-Bosna gibi o diyarları da görmüş ve yazmışsınızdır ümidiyle:) Malesef Loire yazısı bulamadım, ama bu yazı beni çok şaşırttı ve gülümsetti. Çünkü ben de Sabah Gazetesi’nin bu ayki Kitap Eki’nde (çocuk sayfasında) Calvino’nun kitaplarının resimli baskısını (Yapı Kredi) tanıtmak üzere çalışmalarıma başlamıştım.

    Yazımı biraz önce bitirdim ve gazeteye yolladım. Yarın sabah Loire seyahatine çıkıyorum. Bu kitapların üzerine şatoları görmek ayrı bir keyif olacak (her ne kadar İtalya değil Fransa şatoları olsa da).

    Kitap Eki bu Çarşamba (15 Nisan) çıkıyor. Gerçi yer sıkıntısı dolayısıyla keyfimce yazamadım (bilmem ne kadar vuruşu geçince yazılarımı kafalarına göre kesip biçiyorlar), biraz özet niteliğinde oldu ama yine de okumak isteyebilirsiniz diye düşündüm.

    Sevgiler,

    Tülin

  4. maalesef yalnızca ağaca tüneyen baron u okuyabildim. toplu olarak atalarımızı almamıştım. bir tanesini okuyunca da toplusunu almaya üşendim. sahaflardan kitap almanın da böyle dezavantajları oluyor.

  5. “Tercümanlar kendileri aralarında konuşurken “Savaş sakatı adam arkasındaki üçlem tablosunun anıştırdığı duyguları kafasından silmeye çalışarak karşısındaki kadının pürüzsüz teninin üstündeki parmaklarını tırmanır gibi devindiriyor, temasın yarattığı kösnül hislerin sonucunda kanında belli belirsiz bir devinim hissediyordu” gibi cümleler kuruyorlarsa diyecek birşeyim yok.”

    İnanın böyle konuşanlar var 🙂 Hatta kimsenin anlamadığı bu kelimeleri ve eski Türkçe kelimeleri kullanmanın iyi çeviri yapmak olduğunu düşünenler var. Ben bunu son derece komik buluyorum (hem de bir edebiyat çevirmeni olarak). Hitap ettiğimiz kitle güncel bir Türkçe kullanıyor, dil zaten sürekli “devinim :)” gösteren bir olgu, öyleyse biz neden bunun gerisinde kalmakta ısrar ediyoruz. Abartılmadığı sürece metne yakışan böyle sözcükler de var elbette ama sıklaştığı zaman sıkıcı olmaya ve okuyucuyu metinden uzaklaştırmaya başlıyor.
    Çok güzel ifade etmişsiniz. Teşekkürler.

  6. Mail adresini yanlış yazmışım tüm yorum gitti, baştan yazayım bari.

    Rekin Teksoy iyi bir çevirmen olarak bilinir aslında, ben kendisinden decameron ve İlahi Komedya’nın bir kısmını okumuştum, gayet iyiydi. Şaşırmadım desem yalan olur o nedenle. Gerçi 3’lemenin bir kitabının çevirisi onun zaten, belki bahsettiğin onunki değildir. (no panic!)

    Ve İşimiz Bitti çok keyifli bir kitap, yakışır bence toplantıya. Çevirisi de öyle kötü değil ama en başta çevirmen önsözü var, atlasanız da olur vakit kaybı sadece.

  7. Thai restoran’i hakkinda ben de bilgi istiyorum… hatta yorum da alsak iyi olur… ya da ben gelince yazarim artik… malum, blog ilgi/bilgi alanima dusuyor. yanlis anlama, sayende kitaplar hakkinda guncel bilgimiz oluyor…zevkle okuyoruz… kalemine saglik…

  8. Sizin bu “okuma grubu” aktivitenize bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim.

    Bu arada mutena semtteki Thai restoranının da hangisi olduğunu anladım galiba..:)

    Sevgiler..

Yorum Yazınız / Leave a Reply