Then We Came to the End (Ve İşimiz Bitti), Joshua Ferris

Karakterler arasında ofisinin önüne kadar getirdiği bisikletini kilitleyen cins adamlar; her şirkette olan komik ve popüler kişiler; ne yaparlarsa yapsalar güzel kalan herkesin aşık olduğu kadınlar; ne yaparlarsa yapsalar paspal kalan kimsenin farketmediği adamlar; popüler kişileri herkes sevdiği için onlardan nefret edenler; başkalarının kuyusunu kazarak yükselen opportunistler; gruptan ayrılmaktan hoşlanmayan konformistler; patron peşindeki yalakalar; kendinden üstün gördüğüne yaranmak ve kendinden aşağı gördüğünü ezmek suretiyle sempatik olmaya çalışan antipatik zavallılar ve umutsuzca kendini paralayan yeteneksizler var. Continue reading Then We Came to the End (Ve İşimiz Bitti), Joshua Ferris

Kara İstanbul

Bazı yazarlar kara hikayenin tanımını farklı düşündüğünden olsa gerek Zagor veya Conan macerası gibi olsun ve İstanbul’da geçsin diye anlamış; bazısı hikaye dediğin aforizma doludur, mümkün mertebe ukalalık yapayım diye düşünmüş; bazısı araba sürülebilecek, cezaevi olan, otel odalarında turistlerin kaldığı hernangi bir şehirde geçebilecek hikayesini şartları yerine getirmek amacıyla pek de kara olmayan semtlerimize yerleştirmiş; bazısı madem ölüm ve kadın olacak dublaj film havası da olmalı diye karakterlere “piç kurusu”, “tanrı aşkına” gibi sokakta duymayacağımız lafları ettirmiş; ecnebi bir neo-oryantalist yazar başka ecnebiler için İstanbul’un turistik yerlerinin arasına müslüman katiller koymuş; bazısı ise İstanbul ile ilgiliyse içinde bir rum bir ermeni bir de yahudi bulunmalıdır diye düşündüğünden Temel fıkrası gibi artık pek de görmediğimiz Lozan tanımı gayrimüslüm vatandaşlarımızı kullanmış… Continue reading Kara İstanbul

Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk

Kitabı sevenler özellikle son bölümlerinin çok etkileyici bulduklarını hatta yer yer gözyaşlarına hakim olamadıklarını söylemişlerdi. Ben ise okurken Pamuk’un “eski Türk filmlerinin bildik konularından bir roman yazarım ama öyle bir yazarım ki bir Orhan Pamuk romanı haline gelir” hedefiyle yazdığını düşündüm. Bunda ne kadar başarılı olmuş tartışılır ama hedef biraz megalomanca olmuştu. Megaloman dediysem hatırlatmak isterim ki o zamanlarda Orhan Pamuk’tan nefret etmek, onu vatanını satarak Nobel almakla ve Nobel almış olmasına rağmen bozuk gramlerle yazmakla itham etmek revaçtaydı. O da bunların üstüne gitmek istercesine (doğru da olsa) Nobel alan “ilk” değil de “tek” Türk yazarı olduğunu vurgulamayı severdi… Continue reading Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk

Gospel According to Jesus Christ (İsa’ya Göre İncil), Jose Saramago

It was not totally Saramago’s fault. Our timing was terrible. 43% of the book club members were depressed because of the financial crisis that began to shake the capitalist world. (Ironically, Saramago could have been feeling some schadenfreude at the same time.) 29% of the members had tardy arrivals because their business meetings ended very late, a bit unusual for a Ramadan day. Continue reading Gospel According to Jesus Christ (İsa’ya Göre İncil), Jose Saramago

The Mysteries of Pittsburgh, Michael Chabon

This is problem with slang, especially old (80’s) slang like this, the minute you step out of the relevant circles you begin missing out on the experience and it becomes difficult to distinguish the passé from the hip. The Mysteries of Pittsburgh (TMOP), the coming of age story of Art Bechstein is set in an era that is clearly defined by flamboyant details like knitted ties, white blazers, spandex and loop earrings. It also happens to be an era I could – however I would rather not – remember in the context of my teenage years. Continue reading The Mysteries of Pittsburgh, Michael Chabon

Mrs. Dalloway, Virginia Woolf

Şarapçı okumaya başladıktan bir süre sonra kitabın bir türlü kendisini sarmadığını anladı ve pakedin içinden kendi çöp poşeti de çıkan çekirdek ambalajından sonraki en iyi icad olan internetten kısa bir araştırma yaparken bir yerde bilinçakışı denilen (stream of conciousness) yazı tekniği hakkında ufak bir yazı buldu ve bu sayede bilinçakışı yöntemiyle yazılan diğer kitapların listesini incelerken hayatta yarım bıraktığı tek kitap olan Çıplak Şölen (Naked Lunch, William Burroughs), en sevmediği kitaplardan Açlık (Hunger, Knut Hamsun), okurken sevdiği ama şu satırları yazarken hiçbirşey hatırlamadığı Bozkırkurdu (Steppenwolf, Hermann Hesse) gibi kitapların hep bilinçakışının örnekleri olduğunu farketti. Aynı listede Ulysses‘i de görünce kendi kendi “acaba Hikmet Bey haklı mı?” dedi ve ürperdi. Continue reading Mrs. Dalloway, Virginia Woolf

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar

Daha önce Virginia Woolf okumadım, Hours filmini izlemedim ama maço bir şekilde yanılmayan maço önyargılarım Woolf’un fazla delikanlı bir yazar olmadığını söylüyor. Tabii maço ve delikanlı bir şekilde “Maço delikanlıysan senin okuma klübünde ne işin var ulan?” diye sormanız da mümkün. Okuma cemiyetinin tamamı murahhas olan azalarının %75’inin kadın olduğunu da düşünürsek işim olmaması lazım. Sonuçta işin içinden çıkamadım, şeriatın kestiği parmak acımaz dedim ve Mrs Dalloway’i ivedilikle edindim.
Continue reading Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar

Literature Meme, Midnight’s Children

I discovered Midnight’s Children in a bookstore in Mumbai eight and a half years ago and was more than pleasantly surprised as soon as I began reading it on the train from Agra to Delhi. Back then, my knowledge of Rushdie was limited to the controversy after the fatwa and I must say I am quite angry with the whole cacophony that has shrouded the beauty of his writing. Continue reading Literature Meme, Midnight’s Children

Küçük Yalanlar Kitabı, Hikmet Hükümenoğlu

Lise yıllarımda düşünür Axl Rose beni kitapları kapaklarına bakarak notlamam konusunda uyarmıştı, Hikmet de daha direk bir şekilde daha kitabı elimde evirip çevirirken “sakın arkadaki yazıyı okuma” dedi. Uyardığı için daha dikkatli okudum tabii. Continue reading Küçük Yalanlar Kitabı, Hikmet Hükümenoğlu